Bu bölümde bahsettiğimiz, duyu organlarının topladığı sinyallerin beynimizdeki algılanma şekli, bize önemli bir gerçeği daha göstermektedir: Biz dış dünyanın kendisi ile birebir muhatap olamayız. Madde -biz görsek de görmesek de- dışarıda vardır. Ancak biz maddenin aslına hiçbir zaman ulaşamayız. Bizim muhatap olduğumuz dünya elektrik sinyallerinin beynimizdeki yorumlarından ibarettir. (Detaylı bilgi için bkz. Hayalin Diğer Adı: Madde, Harun Yahya; İdealizm, Matrix Felsefesi ve Maddenin Gerçeği, Harun Yahya)
Bizim “dış dünya” olarak algıladıklarımız, önceki sayfalarda değindiğimiz gibi, yalnızca elektrik sinyallerinin beyinde yarattığı etkilerdir. Pencerenizden gördüğünüz gökyüzünün mavisi, oturduğunuz koltuğun yumuşaklığı, içtiğiniz kahvenin kokusu, yediğiniz etin lezzeti, duyduğunuz telefon sesi, tüm yakınlarınız, hatta bedeniniz elektrik sinyallerinin beyninizdeki yorumudur. Massachusetts Institute of Technology’de nükleer fizik profesörü olan Gerald L. Schroeder, bu gerçekten şöyle bir örnekle bahsetmektedir:
... Ayak parmaklarınızı kımıldatın. Onları hissediyor musunuz? Fakat onları nerenizde hissediyorsunuz? Ayak parmaklarınızda değil. Ayak parmakları hiçbir şey hissetmez. Onları beyninizde hissediyorsunuz. Vücudundaki bir uzvu kesilen biri, kesilen bu parçayı hissetmeye -beyinde- devam ettiğini size anlatabilir. Beyin, tüm algıları kaydeden ve sonra bu algıları, vücudun ilgili bölümüne ait zihinsel bir görüntü olarak aksettiren çeşitli haritalara sahiptir. Fakat bize ayak parmaklarımızı sanki ayağımızda hissediyormuşuz gibi gelir. Ve bu durum sadece ayak parmaklarıyla da sınırlı değildir. Gerçekliğin tamamı, gördüğümüz ve hissettiğimiz, kokladığımız ve işittiğimiz herşey, beyinde planlanır ve daha sonra bu kaydedilmiş algılar beyin kabuğu adı verilen 2-4 milimetre kalınlığındaki, buruşuk gri tabakadan bilincimize ulaşır, geri kalan işlemler ise beynimizin en üst noktasında tamamlanır. Bizim dışımızda, dünyada bir gerçeklik mevcuttur, fakat tecrübe ettiğimiz -her dokunuş ve her ses, her görüntü, her koku ve tat- kafamızın içinde ortaya çıkar.78
Bu bölümde vardığımız sonuç bilimsel olarak ispatlanmış bir gerçektir. Bir kimsenin apaçık delillere rağmen maddenin dışarıdaki aslıyla muhatap olduğuna inanması ise, televizyonda gösterilen bir filmdeki karakterlerin gerçekten yaşadıklarına inanmaya benzer bir durumdur.
Peki maddenin aslına ilişkin bu gerçek bize ne düşündürmelidir?
Kapkaranlık bir mekanda, bir göze, retinaya, merceğe, göz sinirlerine, göz bebeğine ihtiyaç duymadan, elektrik sinyallerini rengarenk bir bahçe olarak gören, bu gördüğü manzaradan zevk alan kimdir?
Hiçbir sesin giremediği beyinde, bir kulağa ihtiyaç duymadan, elektrik sinyallerini hoşuna giden bir melodi olarak duyan, bundan zevk alan kimdir?
Beynin içinde bir ele, parmaklara, kaslara ihtiyaç duymadan elektrik sinyallerini kadifenin yumuşaklığı olarak hisseden kimdir?
Sıcaklık, soğukluk, kıvam, biçim, derinlik, uzaklık gibi dokunma duyularını aslının aynısı olarak beyinde kim yaşamaktadır?
Hiçbir kokunun giremediği beynin içinde, çeşit çeşit çiçeklerin kokusunu kim ayırt etmektedir ya da sevdiği yemeğin kokusunu duyunca iştahı açılan kimdir?
Beynin içinde oluşan bu görüntüleri, bir televizyon ekranından izler gibi izleyen, izledikleri ile sevinen, üzülen, heyecanlanan, hoşnutluk duyan, telaşlanan, merak eden kimdir?
Tüm gördüklerini ve hissettiklerini yorumlayacak bilinç kime aittir? Ve bu görüntüleri izleyen, düşünen, sonuç çıkaran, karar veren bilinç sahibi varlık kimdir?
Bütün bunları algılayanın, şuursuz atomların oluşturduğu, su, yağ protein gibi maddelerden meydana gelen beyin olamayacağı açıktır. Akıl ve vicdan sahibi her insan, hayatı boyunca yaşadığı olayları beyninin içindeki ekranda izleyen varlığın, “ruhu” olduğunu hemen anlayacaktır. Her insan göze ihtiyaç duymadan görebilen, kulağa ihtiyaç duymadan duyabilen, beyne ihtiyaç duymadan düşünebilen bir ruha sahiptir. Ruhun muhatap olduğu algılar evrenini yaratan ve her an yaratmaya devam eden ise, Yüce Allah’tır. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır:
Gerçek şu ki size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir... (En’am Suresi, 104)
Rüyadan Farksız Hayatımız
Peki rüyalar ile “gerçek hayat” arasındaki fark nedir? Rüyalar, gerçek hayat dediğimiz algılara göre çoğu zaman mantıksal yönden tutarsız ve düzensizdir. Ama bunun dışında, teknik olarak, rüya ile “gerçek hayat” arasında fark yoktur. Çünkü her ikisi de, beynin içindeki algı merkezlerinin uyarılması yoluyla oluşur. Ansiklopedik bir kaynakta, rüyanın da aynı şekilde yaşandığı şöyle anlatılır:
Rüya görmek, diğer tüm zihinsel işlemler gibi, beynin ve aktivitelerinin bir ürünüdür. Bir insan ister uyanık isterse uykuda olsun, beyin daimi olarak elektriksel dalgalar verir. Bilim adamları bu dalgaları “elektroensephalograf” adı verilen bir cihazla ölçerler. Uykunun büyük bölümünde, beyin dalgaları geniş ve yavaştır. Ama bazı zamanlarda, daha küçük ve hızlı hale gelirler, gözler sanki rüya gören kişi bir seri olayı seyrediyormuş gibi oldukça hızlı hareket etmeye başlar. Uykunun REM (Rapid Eye Movement-Hızlı Göz Hareketi) denen bu kısmı, rüyaların çoğunun oluştuğu bölümdür. Eğer kişi REM sırasında uyandırılırsa, gördüğü rüyanın detaylarını büyük olasılıkla hatırlayacaktır… REM uykusu sırasında, beyinden kaslara sinyal gönderen sinir yolları bloke olur. Dolayısıyla rüyalar sırasında beden hareket etmez. Ayrıca serebral korteks (beynin yüksek zihinsel işlevlerle ilgili kısmı) REM sırasında, rüya görülmeyen uyku bölümlerine göre çok daha aktiftir. Korteks, beynin “beyin sistemi” adı verilen bölümünden gelen sinir hücrelerinin taşıdığı uyarılar tarafından harekete geçirilir.1
Burada anlatılanlar şunu göstermektedir; gerçek hayat da rüya gibi beynimizin ilgili merkezlerine gelen impulsların (uyarıların) yorumlanmasıyla oluşan bir algılar bütünüdür.
Allah’ın Üzerimizdeki Bir Koruması:
Dikkat Mekanizması
Beyin vücudun alarm sisteminin başladığı yerdir. Tetikte olmak da beynin tehlike anında kullandığı özel bir mekanizmadır. Eğer beyin tehdit oluşturabilecek bir uyarı alırsa -çalılıktaki bir hışırtı gibi- adrenalin salgılanır. Bu da tüm gereksiz aktiviteleri durdurarak, beyni alarma geçmiş bir tarayıcıya dönüştürür. Aynı zamanda vücut aktivitesini de yavaşlatmaya başlar: Kalp atışı yavaşlar, nefes almalar derinleşir ve sessizleşir.
Beyin reaksiyon göstereceği bir şeyi tetikte bekler. Sabit olarak çevreden gelen uyarıları alabilmek için etrafı tarar. Bu işlem daha çok beyindeki otomatik mekanizma tarafından yapılır.
Vücudumuzdaki bu dikkat mekanizması da Rabbimiz’in üzerimizdeki bir korumasıdır. Biraz dikkat dağınıklığı olduğunda sakatlanma, yanlış anlama, hatırlama güçlüğü gibi pek çok sorunla karşılaşırız. Ancak özellikle gerekli anlarda dikkatin keskinleşmesi, vücudun tetikte olması sağlığımızı korumamız, çevremizle uyum içerisinde yaşayabilmemiz için çok önemlidir. Rabbimiz'in bu sınırsız koruması bir ayette şöyle bildirilmektedir:
... Doğrusu benim Rabbim, herşeyi gözetleyip-koruyandır. (Hud Suresi, 57)